Öyle diyor j.p. Sartre: “ Cellâtlarına saygı duydukları zaman kurbanlardan tiksiniyorum.” Zamanın ince bir çizgide asılı kaldığı anlar vardır ya hani. Kurban adına sözün bittiği, iç yoğunluğun ve dinginliğin zirveye ulaştığı, o kocaman felsefi sözlerin, ideolojilerin, romanların, makalelerin anlatamadığı bir an… Cellât için sıradan bir işin ifası, kurban için arzın sustuğu an… Sadece cellât ve kurbanının kalp atışları… Bir yatışmazlığın en zirve anı…
Kardeşlerden biri kurban, biri cellât olarak başladı bu diyalektik ölüm… Biri hemen Kabil oldu kanı kendine çeken bir susuzlukla. Diğeri Habil olup toprağı ilk ısıttığında tertemiz olan her şey, gökyüzü ve yeryüzü ve ikisi arasında ne varsa, kapkara kesildi… Sonra mirası devraldı kendini kendinden türeten cellâtlar… Hep kendisinden önceki tecrübelerle yenilendi… Nemrut oldu bir gün, kendine kurban seçti İbrahim’i; Firavun olup öldürmek istedi bütün Musaları; Yezitleşip Hüseyin’le besledi sunağını… Şimdilerde yeni yeni cellâtlar, yeni kurbanlarını diliyor, dileniyor. Kendine uygun zincir ve prangalarla, mühürlenmiş vicdanlarının hücrelerinde, aşka ram olmuş yüreklerin buram buram kekik kokan ruhunu esir alıp kendilerine tapınılan bir saygı istemekte… Emanetin ağırlığını çatlatırken göğsünde, kozasından henüz çıkmış kelebeklerini uçuran bakir ölümler aramakta… CELLÂTLARINA SAYGI DUYAN KURBANLAR yazısına devam et →